• İşiten, Gören, Bilendir
Allah'ın azamet-i İlâhisine tahammül edilemediği için, kul O'nu göremez, ama O kendini görür. Bu, O'nun sırrıdır.
Allah “ İşitip, gören ” <40-20> dir. Öyle olduğu için de kullarının her türlü ihtiyacını karşılamakla kalmayıp, onlara zararlı olmayacaksa, istediklerini de verir.
Kur´an'da geçen Hazret-i İbrahim kıssasında onun, “ İnanıyorum, ama kalbim mutmain olsun istiyorum ” <2-260> deyişi ve bunun arkasından cereyan eden olaylar, yani dört kuşun dörder parçaya bölünüp, tekrar birleştirilmesi olayı; keza Firavun ile Hazret-i Musa arasındaki Nil'i ters akıtma konusundaki iddiada, Firavun'un sabaha kadar ağlayarak: “Ey Musa'nın Allah'ı bana yardım et, beni teb'amın yanında mahcup etme” şeklindeki duasını duyup, kabul ederek ona Hazret-i Musa karşısında geçici bir üstünlük vermiş olması, O'nun varlığının ve kullarını işittiğinin delilleridir.
Son olayda pek çok incelik vardır. Bunların başında da Allah'ın, kendisine inansın, inanmasın tüm yaratıklarda mevcut olduğu ve kulları arasında ayırım yapmadığı, onlara bir zarar vermeyecekse, dileklerini kabul ettiği hususu gelir. Onun için belirli bir dini benimsemiş olanlar, kendi dinlerinden olmayanları kâfir olmakla suçlasalar bile, Allah, hepsinin Allah'ı olduğunu göstermektedir
Allah kulunun zaruri ihtiyaçlarını mutlaka karşılayacağı için, O'ndan fazla bir şey talep etmemek lazımdır. İhtiyaçların karşılanması meselesi, aynen anne çocuk ilişkisindeki gibidir. Nasıl bir anne çocuğunun acıktığını fark eder ve hemen onu emzirmeye yönelirse, bizleri besleyen Allah da ihtiyaçlarımızı görür ve gereğini yapar.
Burada dikkat edilecek husus; önce işitip, sonra görmesidir. Bu özelliğini kullarına da aynen yansıtmıştır. Kulak, insanda da hazine-i İlâhiyi toplama aracı olarak yaratılmıştır. Hazine-i İlâhi sözle, yani insanın ka'rından (özünden) ifade edilen duyguların toplanmasıyla dolar. Bunu algılayan, işiten ise kulaktır. Yeni doğan bir çocuğun bir kaç yıl sadece anne ve babasının konuştuklarını dinleyip, önce kısa kelimelerle, daha sonra da basitten mürekkebe doğru ilerleyen cümlelerle konuşmaya başlaması bunun delilidir.
Allah nasıl duyar ve görür?
Kâinatta kendinden başka bir varlık olmadığına göre, söyleyen de görünen de kendisi olduğundan, nasıl biz söylediğimizi duyar ve baktığımızı görürsek, O da öyle duyar ve görür. Allah bizi yaratırken belirli frekans ve dalga boylarını algılayabilecek kapasitede yaratmıştır. Ama kendisi için böyle bir kısıtlama bahis konusu olmadığı için, O, bizim duyup, göremediğimiz, algılayamadığımız her şeyi duyar ve görür. Bunu yaparken de kulunun gönlüne bakar ve oradan o kulunun ne yaptığını öğrenir. Şöyle ki: Her esma aslına bağlıdır. Biz de Hayy esmasıyla Allah'a bağlıyız. Bu bağ nedeniyle Allah bizden ayrı olmadığından, her hareketimiz O'nun kontrolü altında ve her yaptığımızdan haberdardır. Zaten “Allah'ın ipi” denen de bu bağlılıktan başka bir şey değildir.
Allah'ın görmediği bir şey var mıdır? Vardır! Allah rüya görmez. Çünkü, O “ Uyumaz ve uyuklamaz ” < 2-255 >. Uyuma ve uyuklaması olmadığı için de rüya görmez...
Allah'ın bir başka işitme ve görme aracı da kullarıdır. Böyle olduğunu kendisi “ ... kulum bana nafile ibadetlerle o kadar yaklaşır ki, nihayet ben onu severim. Sevince de: Onun duyan kulağı olurum, o benimle duyar; gören gözü olurum, o benimle görür; eli olurum, o benimle dokunur; ayağı olurum, o benimle yürür; kalbi olurum o benimle anlar; söyleyen dili olurum, o benimle konuşur; ...” Hadis-i Kutsîsiyle ifade etmektedir. Tabii, bir kul için bu mertebeye ulaşmak ve burada durabilmek çok büyük bir nimettir.
O halde, işiten, gören ve bilen Allah, kullarına hitabeder mi? Eder tabii.. Bu hitabı da emirleriyle olur. Örneğin “ Namazı kılın ve zekâtı verin ” <2-110> emirleri bunlardandır ve O'nun kullarına hitaplarının başında gelir. Bunların ne demek olduğunu ileriki bahislerde yeri geldikçe inceleyeceğiz.
<< Bir Önceki Bölüme Dön | Başa Dön | Bir Sonraki Bölüme Geç >>