• Tevhidi Bilmeyenlerin Davranışları  

Kendini bilen insan, tüm çalışmasının Allah için olduğunun bilincindedir. Kendini bilmeyense, kendisi için çalıştığını zanneder ve kendini bir çalıştıran olduğunun farkında olmaksızın, çalışmaya devam eder. İşte bilenle, bilmeyen arasındaki fark budur.

Ehl-i tevhit bilerek, Allah için çalışır. Diğerleriyse kendileri için çalıştıklarını zannederek, bilmeden Allah için çalışırlar.

İnsanlar, dünya zevkleri ve kendi menfaatleri için insanları yanıltmış ve tevhitten uzaklaştırmıştır. Bunu açıklamak için Kenzî Hazretleri:

“Mezahible meşârib ihtilâf etti
Anınçün her biri bir yola gitti”

diyerek, kiminin teşbihte, kiminin tenzihte kaldığını, buna karşılık beynettenzih vetteşbih olan tevhide kimsenin rağbet etmez hale geldiğini anlatmak istemişlerdir. Çünkü, tevhit, bu ikisinin birleşme yeridir ve yolu da, tenzih ile teşbih arasında vahdeti bulup, “Bizi dosdoğru yolunda ilerlet<1-5> dileğinde sebat etmekten ibarettir. Bunun daha basit bir açıklaması ise: “İnsanın Allah'a niyazının havf ve reca arasında olmasıdır” cümlesiyle yapılabilir.

İnsanlar, aslını bilmedikleri için, O'nun aynadaki görüntüsüne tapmaktadırlar. Tevhit açısından işin aslına bakılırsa, o asıl da bizdedir, ama kalbimizde ve gizlidir. Kalıbımızda veya hayalimizde değildir... Onun için:

“Kalp içinde sırr-ı zat
Kalbin aksi kâinat

diyoruz. Biz, kâinattaki hayali de ayrı görmediğimiz için, kâinatı kendimize ayna, yani karan yapıyoruz. Karanda kavga olmaz. Ama, eviç ve hadid arasında, biri yukarda, diğeri aşağıda olduğu için çekişme olur.

Tevhitten haberdar olmayanlar, yaşantılarını evdi, arsaydı, paraydı, arabaydı diyerek tamamen hayal olan nesneler üzerine kurarlar. Bu dünyaya kimlerin gelip, geçtiğini ve pek çoğunun da aynı şeylerle hayatlarını heba ettiğini hiç düşünmezler. Halbuki bir an düşünseler, bu var zannettikleri şeylerin hepsinin gün gelip kaybolacağını, ama bugün hayal diye nitelendirdikleri iç âlemlerinin aslında hakikat olup, onlarla daima birlikte olacağını kabul etmek zorunda kalırlar ki, bu da; hayal denenin hakikat, (Yokun var) hakikat zannedilenin ise hayal (Var görünenin yok) olması demektir. Kâinattaki tek Var'ın gerçeği, yani hakikati içte, kabuğu, yahut hayaliyse dıştadır. Doğrusu bu olduğu için, bunu böyle bilmek gerekir.

Tevhit yolunda aranan insanlıktır. İnsan, insanları birleyen olduğu zaman, ehl-i tevhit olur. Böyle olunca da, karşısındaki kendisi olduğundan, komşusu aç olanın tok gezmesi günah addedilmeye başlanır. Çünkü, aç gibi gördüğü komşu aslında kendinden gayrı değildir ve insanın kendini aç bırakması da vücuduna zararlı olduğu için günahtır. Bu sözü şeriat erbabı da aynen, ama manasını bilmeden: “Komşusu aç olana tok gezmek haramdır” diye söyler, ve Peygamberimiz'in hadisi olduğunu belirtir. Hadisin aslı: “Komşusu aç yatarken kendisi tok olan bizden değildir” şeklindedir. Bu hadis, bize tevhit dediğimiz birliği anlatmak için söylenmiştir. Bizim: “Tevhit lafla değil bizzat yaşanarak öğrenilir” deyişimizin nedeni de budur, yapmaya çalıştığımız da budur... Biz, bir bütün olmaya çalışmıyor muyuz?..

Ehl-i tevhit, insanları birleyen kimse demektir. Bunu ispat için de birbirine yardım edip, birbirinin ihtiyaçlarını giderirler. Bunu yapmayana ehl-i tevhit denemez.

Ehl-i tevhit olan, herkesi bir evin çocukları gibi görmeli ve kimseyi kıskanmamalıdır. Zaten O'na: “Baba-yı âlem” denmesinin nedeni de budur. Hıristiyanlardaki muhterem peder anlayışı da buna benzer.