YANSIMALAR
TOPLULUĞUNA
sitemize verdiği
destek için

TEŞEKKÜR EDERİZ
  Kitaplar > Kitaplardan Seçme Tümceler
 Sf :   4 / 20
 

 

  • " Küntü kenz " hazinesi, " sevgi "den ibaret olan hazine-i ilâhiden başka bir şey değildir ve nûr-u Mûhammedi diye bilinir. Bu hazine, kendinde gizliydi ve O'ndan intişar etmiştir. Dördüncü sema denilen "kalb-i Mûhammedi" yani, beytullah'tır. Cebrail ise "akl-ı Mûhammedi" veya akıl nûru'dur. Bu kavramlar yerli yerine konduğunda, Kur'ân'ın nâzil olduğu kolayca anlaşılır.
  • Uyanmayan bir millet, başkalarının tahakkümüne girmeye mahkümdur. Mürşit eğitiminden maksat, kişilerin uyanıp, dünya ve âhiretini mâmur hâle getirmesi, maddi ve manevi "hür" yaşamasıdır.
  • Dini ilimleri öğrenebilmek için, önce samimi olmak gerekir. Dini ilimlerin "şeriât, tarîkat, hakîkat ve mârifet" olmak üzere, dört kapısı vardır ve bunlara birbirinin içinden girilir. Bu kapılardan girenlerin her birinin, eğitilme yöntemleri ve ibâdet tarzları farklıdır. Bütün bu ilimlerden gâye, insânın şüphe den kurtulabilmesidir. Kur'ân'ın başında, "işte sana o kitap ki, bunda şüphe yoktur." (2/2). Şüphesiz olan bu kitap, insân kitabı 'dır.
  • Eskiden kadın, erkek ayrımı yapılırdı ama, artık bu ayrım ortadan kalkmıştır. Zâten, Kur'ân'da da cinsiyetten bahsedilmeksizin, sadece "hiç bilenle bilmeyen bir olur mu ?" (39/9) denmektedir.
  • Mûsanın duyduğu ses, sıfâttır, ama zâttan ayrı değildir ; ses ona, "ayağındaki papuçlarını çıkart, burası mukaddes tûva vadisidir." Dediğinde, bunu okuyan kişinin, işin zevkine varabilmesi için, Zât'ın Mûsa'da olduğunu, yani, Zât'ın "Âdem" , sıfâtın da kâinat olduğunu, zât'ın kâinat hoparlörüyle, kendi kendine hitap ettiğini düşünmesi lâzımdır.
  • Tasavvufta Mekke insânın bedeni, kâbe ise insânın kalbidir ve o kâbedeki benlik putlarını kırıp atmadan, oranın kutsallaşıp "Allah'ın-evi" hâline gelemeyeceği söylenir.
  • Satırdan kazanılan tasavvuf ve vâsıf ilimleri, sadr'dan gelen ise "ledün" ilmidir.
  • Mürşîdin vereceği tasavvufi eğitim, "hatm-i meratip"le tamamlanır. Bundan sonrası, eğitimi alanla Allah arasındadır.
  • İnsânın kendinden başka gidecek yeri olmadığına ve râbıta ettiği de kendisi olduğuna göre, bu bilinçle âhireti dünyaya, dünyayı da âhirete götürmek gerekir. Hepsini bir noktada toplamak ise işin zevkidir.
  • Sevgi şarttır ama, tek başına yeterli değildir. Sevgiye bilginin de eklenmesi gerekir. Bilgisi olmayan, Ârif olamaz.
  • 'Ben biliyorum' diyen, benliğinin etkisinde kalmış ve kendine varlık vermeye başlamış olduğu için, "tevhîd"den düşer.
  • İç âlemin temizliği su ile değil, "aşk-ateşi" ile yapılır. Bu aşkın tezahürü, insânın yanıp, aşkının etkisiyle göz yaşı dökmesidir.
  • Bilgi veya ilim sıfâttır.Mürşitler arasında sıfât yönünden bâzı farklılıklar vardır, ama iş zâta geldiğinde, aradaki fark ortadan kalkar.
  • "İlm-i ledün" konuşan hiçbir velî, celâli sözlerle insânları korkutma yoluna gitmez. Çünkü, O'nda merhamet esmâ'sı hâkimdir.
  • Hürmet, hârim-i ismete girme çabasıdır. Bu kelime de hâram, mahrûm, harem gibi aynı kökten türemiştir.
  • İnsân ne kadar bilirse bilsin, bildiklerinin "zevk" ine varamıyorsa, o bilginin hiçbir faydası yoktur. Önemli olan, "gönül" temizliği ve o temiz gönülde ilmin vereceği "ferahlığı" bulabilmektir.
  • İlim ve sohbet şarâbı kanılmayan, doyulmayan bir şarâbtır, insânları cennette yaşatır. Bu zevke ulaşıldığında, cennetin ne olduğu görülür ve anlaşılır.
  • Zevk insânın içindedir. İnsânın yüzüne yansır ve onda bir tebessüm yaratırsa, amaca ulaşılmış olur. Gerisi lâftır. O zevk ve huzûr u bulan insânda bir daha kararma olmaz.
  • İlimde meleke kazanılınca da insânın kendisi aradan çıkar ve böylece "ilimde rüsûh sahibi" (3/7) olur.
  • İlimde rüsûh peyda etmek, nereden açılırsa açılsın, sonunu Allah'a dayandıracak kadar, o konuyu şüphe'siz bilmek, yâni her zerreyi mîrac ettirip, tekrar eski haline getirecek kadar o mevzûa hâkim olmak demektir.
  • İnsanın insânlığı, bilgisiyle ölçülür, lâkin bilgi ahlâka dayanmazsa hiçbir işe yaramaz. Bilginin "sevgi" ile kaynaşması gerekmektedir.
  • Bir insânda Allah bilgisi yoksa, onun rûhu dirilmemiş demektir. Böyle rûhlara "rûh-i hayvânî" denir. Ölümlü rûhlar bunlara denir. İnsândaki rûh ise "nefha-i ilâhi"dir. Bu nefha, Allahın Âdem'e üflediği rûhtur. Diri olan da bu rûh'tur. Mûhammed de ahfâdına bu rûhtan üflemişir. Çünkü, Râbb üflemezse, emir zâhir olmaz. İşte, "de ki, Rûh Rabbimin emrindendir." (17/85) âyetinin mânâsı budur.
  • Sabûr, beklenin mutlaka gerçekleşeceğinin müjdecisidir. Nasıl bir çiçek vakti gelmeden açmazsa, o sabûrla da insân, mutlaka zamanı gelince kemâle erecektir.
  • Korkunun nedeni cehalettir.
  • " İlm el-yakîn " mertebesi nazâriyat (teori), " ayn el-yakîn " mertebesi tatbîkat (pratik), " Hakk el-yakîn " mertebesi ise âmeliyat, yâni, hayata geçirme mertebesidir.
  • Mânâ'nın yâni taayün-ü evvel 'in ayn el-yakîn 'i, ayân-ı sabite 'dir ve burası, " Enel Hakk " denilen noktadır.
  • Bu konuda çalışmanın amacı, yükselmek değil, zevke ve huzûra ermektir.
  • Esmâ'yı (isimleri) tam olarak bilen, müsemmayı bulur. Tüm isimler Allah'ta bulunmasaydı bu âlem olmazdı. Bizim Allah'ı her gördüğümüz yerde tanıyamayışımızın nedeni, esmâya bakıp, onlara hayatiyet veren müsemmayı gözden kaçırmamızdır.