YANSIMALAR
TOPLULUĞUNA
sitemize verdiği
destek için

TEŞEKKÜR EDERİZ
  Kitaplar > Kitaplardan Seçme Tümceler
 Sf :  10 / 20
 

 

  • İnsân, daima kendine en yakın âleme kayma temayülündedir. Her ne kadar Allah'tan gelmiş ise de, gelinceye kadar, pek çok âlemlerden geçmiş olduğu için, kendine en yakın âleme, yâni kendinden bir önceki hayvâniyet âlemine yönelmeye meyyâldir. Hayvânlık hissiyatı insâna tatlı gelir. İnsânlık hissi, Allah'la ünsiyet edilen âleme aittir ; zâten ona insân denmesinin nedeni de bu ünsiyettir.
  • Kendini bilen insân, İlâhi bir nûrdur. Bedeni de bu nûrun muhafazasıdır.
  • Bizim güzelliğimiz, kalbimizdedir ve cemâli bulduğumuz taktirde bu güzellikten nasipleniriz.
  • Huzûr vicdândadır ve Allah da "yere göğe sığmam, mü'min kulumun kalbine sığarım" demektedir.
  • İnsânın her yaptığı, radar dalgaları gibi, dönüp dolaşıp yine kendisine gelir ve böylece de, kişi ettiğini bulur.
  • İnsân, yâhut Âdem mertebesine gelmemiş olanlar, mânevi olan esas güzelliği unutmuş olduklarından, gerçek güzellik olan " Hüsn-ü mutlak "ı bırakıp, onun zahire yansımış olan akislerine, yâni dünyevi güzelliklere tapmaya başlamışlardır. Ancak bu taptıkları, gelip geçici bir güzellik olduğu için, kendine tapanları her zaman hüsrana uğratır. Zâten, böylelerinin içi karanlık olduğu için, güzelliği görseler de, ondan tam mânâsıyla zevk alamazlar.
  • " Şeytân " denen insânın nefsinin cehaletidir. Nefsi cehaletten kurtulursa insân, " Azîz " olur. Çünkü insânın cân 'ı rûhunun aynasıdır. Nefs, cân, rûh , aynı şeyin mertebesine göre aldığı isimlerdir. İnsân denince ; Cin 'i de Meleği de, Rahmân 'ı da, Şeytân 'ı da kendinde toplayan canlı anlaşılır.
  • Her ferd bir ' minare 'dir ama, ' şerefe 'ye varıp, " ezân " okumaya başlamadıkça, içte kaçıncı basamakta olduğu bilinmez. İnsân sadece, birkaç basamak çıkıp, " ezân " okumaya kalkarsa, sesi minarenin içinde boğulur ve okuduğu ezânı kimseye duyuramaz. Her kesin duyabileceği şekilde ezân okumak isteyen, tüm merdiveni tırmanıp, " şerefe "ye çıkmak zorundadır.
  • İnsânı kurtarıp, yukarıya çıkaran ve yükseldikçe aydınlığa kavuşturan, " akıl-nûru "dur. Bu nûrdan istifade edip yükselenler, cehâletten kurtulup, şeytânlıktan çıkmaya başlarlar. Yükselişleri " nefs-i sâfiye "ye kadar devam eder. Buraya gelenlerin, nefs 'i artık, herkesin içmeye can attığı, arı duru bir su gibidir ki, buna " kevser suyu " denir. "Kevser-suyu" sohbet-suyu 'dur.
  • İnsânın kemalât ı ne kadar fazla olursa, tatlılığı da o kadar fazla olur. Kemalâtın bir başka belirtisi de, insânın hâlinden şikâyet etmemesidir.
  • Kur'ân'da " kendi kitabını oku, bu gün sana hesap sorucu olarak, kendi nefsin yeter . (17/14)" denmektedir.
  • İnsân, kemale ermedikçe, Kur'ân'ı anlayamaz. O'nu bilen " insân " olur. Bilmeyen ise " beşer "dir ve yaptığı her şey, maymun gibi birilerini taklitt en ibârettir.
  • Her kesin kusuru vardır ; benim de var. Ben kâinatı " lâm "ıyla, " cim "iyle severim ; çünkü, " cim " kâinat, " lâm " ise, onun özü olan " akıl "dır.
  • Manâ da, madde de insânda toplandığı için insân, " berzah " âlemindedir.
  • İnsânların arasındaki, etkileşimin en güzel örneklerinden biri de " sohbet "lerdir.
  • Ne enfüs , ne de âfak , tek başına bir bütün meydana getirebilir. " Bütün " , bu ikisinin birleşmesinden meydana gelir ki, ona da, "Hakk" denir.
  • " Fatiha " , açıklayıcı, miftah (anahtar) demektir. Nasıl, fatiha, Kur'ân'ın başına konmuşsa, iki göz, iki kulak, iki burun deliği ve bir ağız olmak üzere, yedi azadan oluşan, insânın açıklayıcı ve ya kendini belirleyici kısmı da, ' insân-kitabı 'nın başına konmuştur.
  • " Levh-i mahfuz "un, insândaki örneği, " beyin "dir.
  • Kâinatta hiçbir şey çalışmadan olmaz. Çalışmanın başı ise, " sevgi "dir, " aşk "tır. Aşk olmazsa, ' meşk ' (çalışma) olmaz. Meşki yaratan "aşk"tır.
  • En büyük ibadet " sevgi "dir.
  • Ben burada bedenen " haşr " olmuş, mânen ise " neşr " olmaktayım ; bu neşriyat, tıpkı radyo dalgalarının, bir anten vasıtasıyla neşredilmesine benzemektedir. Bu dalgalar nereye yayılıyor ? Benim " âhiret-vücûdu "ma.. Bu yayılan mâna zerrecikleri, orada toplanıp, bir ekranda görünecektir. İşte " âhiret-vücûdu " denen şey budur. Buna " vücûd-u muktesebe " de denir.