YANSIMALAR
TOPLULUĞUNA
sitemize verdiği
destek için

TEŞEKKÜR EDERİZ
  Kitaplar > Kitaplardan Seçme Tümceler
 Sf :   7 / 20
 

 

  • Kâinatta hiçbir şey kaybolmaz. Ne ses, ne görüntü.. Bizim kayboldu dediklerimiz, sadece, madde veya enerji bazında saklanmışlardır. Zâten yaşam dediğimiz de bir madde, bir enerji hâlini almak değil mi ? ' Kün ' emri, tek kelimeden ibâret bir emirdir. Ama 'kün' kelimesi, iki harften meydana gelmiştir ; ' kâf ' ve ' nûn '...Kâf sıfâtı, nûn ise nûr'u temsîl ettiği için, emir kısaca zâtın sıfât elbisesine bürünerek görünmesidir. Çünkü, ' akl-ı kül' olan 'kâf'ın ortaya çıkmasıyla beraber, gölgesi yâni, 'nefs-i küll' de kendini göstermiştir.
  • Kâinat için, "meyvesi insân olduğuna göre, aslı da insândır" demek doğru olur.
  • 'Melek' kelimesinin esas karşılığı " ism-i kuvva "dır.
  • Kâinattaki her şey, "Nûr" adı verilen 'titreşim'den oluşmuştur. Titreşimin frekansı ve dalga boyu değiştikçe, mevcûdun ismi ve vasfı da değişmekte ve ses, ışık, şua, elektrik, hattâ atom vb. isimler almakta, aldığı isme uygun olarak ta değişik özellikler arzetmektedir.
  • Kün emri 'Mûhammed'leşme' ile gerçekleşmiştir. Mûhammed'leşme, evvelden yâni, "Ben önce nûru yarattım"dan itibaren vardır. Çünkü, bu nûr, Mûhammed'in nûrudur. Ama o zaman ona , Mûhammed değil, Ahmed deniyordu. Bu "ol" emri, vâki olacağında, 'mim' vardı ve Ahad'ın içinde gizliydi. Kün emri ile 'mim', Ahad'ın arasına konmuş ve böylece Ahad, Ahmed ; Ahadiyet te Ahmediyet olmuştur. Zuhûra geldiğinde ise, bu kez başa da bir 'mim' eklenmesiyle Mûhammed olmuş, böylece, baştaki 'Elif'in yerini 'mim' almış, 'Elif' ise o mim'in içine gizlenmiştir.
  • Her kes, kendi düşüncelerinin ne olduğunu bilir, işte "Allah bilir" sözünün gerçek anlamı da budur.
  • Kâinatın evveli de ahiri de Âdem 'dir, yâni, insândır. ' Adem ' ise yokluk demektir ki bu da, yokluğa ulaşılmadan Âdem olunamayacağını ifade eder.
  • Kâinatın bûtundaki en yüksek kemâlât noktasına ise, Mûhammed denmiştir. Bunların her ikisi de "İnsân"dır. Çünkü, "insânı yarattık (95/4)" âyetinde, insân dediği kendisidir, yâni, kendini insân olarak göstermiştir.
  • Onun için de, kendini bilene, "İnsân ", bilmeyene de "şeytân " adı verilmiştir.
  • İnsân, bütûnu ve zuhûruyla birlikte Âdem olmaktadır. Âdem aslen mânâ'dır. Madde denilen şey de, aslında mânâdır, ama, bu ilişki tıpkı 'buz' ile 'su' arasındaki ilişki gibidir.
  • 'Heyulâ' , hayyaller âlemi demektir.
  • Zuhûrun kemâli Mûhammed'le tamamlandıktan sonra, bu kez kemâlin zuhûru başlamıştır. Bu da vârisleri vâsıtasıyla devam ettirilmektedir. Ardık dolunay incelmeye başlamıştır yâni, İsevilik, Mûsevilik, İbrahîmiyet, Nûhluk ve Âdemiyet'e dönüş yoluna girmiştir. Bu da bir devirdir ve içinde bulunduğumuzun onsekizinci devir olduğu söylenmektedir.
  • Bir canlı ne zaman akıl mertebesine vâsıl olursa, o zaman adına insân denir.
  • Allah'ın insâna verdiği yegâne bâki şey " Rûh "tur. Rûh dışında her şey geçicidir.
  • İnsân, ahsen-i takvîm üzere yaratılmıştır. Ahsen-i takvîm tâbirinin ' ahsen 'i , 'güzeller güzeli' , ' takvîm ' ise, intizama sokulmuş demektir. İnsânın içinde, Allah'ın kumanda ettiği "etkileşim alanı" diye isimlendirebileceğimiz bir âlem daha vardır ki, " Beyt-ül Haram " budur. Yüzümüzü buraya dönmek icâb eder.
  • Mânen rüşt e ermek, bir mürşîdin elini tutup " Enel Hakk " mâkâmından geçmek demektir. Rüşt, Enel Hakk yâni Hakkı bilme, Hakkı kendinde bulma, yahût 'benliksiz benliği' bulma demektir. Böylelerine ' Hakk dostu ' veya ' ayna ' demek caizdir. Çünkü kendini bilen insân Allah'ın aynasıdır.
  • Kâinat adı verilen ve şühûd âleminin özeti olan insâna " masdar " , Allahın göstergesi veya alâmeti olan kâinata da " masdar-ı mimi " denir. Masdar, südûr , çıkış yeri demek olduğuna göre, esastır. Her şey, o masdardan südûr edip, yine ona döner.Onun için insân ' icmâl ' , kâinat ise ' tafsil 'dir. Yahut, insân ' enfüs ' , kâinat ise ' afâk 'tır.
  • Beşer mertebesindeki kişiler, sadece yeme, içme, barınma ve üreme gibi içgüdüsel davranışları düşünebilirler. Akılları, " akl-ı maaş " seviyesindedir.
  • " İnsân " kelimesi, Allah'a ünsiyet peyda etmiş anlamına gelir. Arab harfleriyle, " elif " , " nûn " , " sin " , "elif " ve " nûn " ile yazılır. Yâni, iki "elif" ve iki "nûn" ile bunların arasındaki "sin"den ibârettir. Aradan "sin" çıkarıldığında, Ulûhiyet âleminin temsilcisi olan "elif" ve nübüvvet nûrunun temsilcisi olan "nûn"dan oluşan, "in " ve " ân " heceleri kalır. Ulûhiyet âleminden "nûr" olarak gelip, burada "nâs"ın "sin"i ile haşr neşr olduktan sonra, yine Ulûhiyet vasıtasıyla o nûra döneceğiz. Beşer bunları öğrendikten sonra, insânın insân olabilmesi için, "ân"a bağlanması gerekir. Yâni, gönüle girmeye, gönül kırmamaya çalışır.
  • " Üm " ana ; " ümmet " ise onun evlâdıdır.
  • Zor olan insânın " Arş-ü Râhmân " olan, kafa kapısı nı açmasıdır.
  • İnsân, ayağının kaymasını istemiyorsa, "enaniyet "ten kurtulup, daima " âmân " kapısında durmalı.
  • Kişi, dünyaya bir kısmı dolu, bir kısmı boş peteklerle gelir. Dolu olanları "feyz-i akdes"le doldurulmuştur. Boş olanlar ise burada "feyz-i mukaddes" ile doldurulacaktır. Bu ikinci feyzin kaynağı mürşitlerdir.
  • İnsân, sırf düşünce dir. Düşünce âlemi, insânın hakiki bedeni, âhiret- bedeni 'dir
  • İnsân, hangi yaşta olursa olsun, daima kendini yenilemeye çalışmalıdır. Bunu yaparsa, durgun su gibi küflenmekten kurtulur, daima zindeliğini korur. Yenilenme nasıl olur ? Tabiatıyla fikren...
  • Her zerrede mevcûd olan hayat, sadece dünyaya hâs olan bir olgu değildir. Hayat, kâinattaki her oluşumda mevcûddur. Ama bu mevcûdiyet kendine mahsustur.
  • Kelâmın güzelliği kemâl ile orantılıdır. Kâmil kelâmı daima güzeldir, sıcaktır, sevgi doludur ve insânı abâd eder.
  • Her şey gibi, söz de mertebe mertebedir ; sözün en yüksek mertebede olanına " vahîy " denir.
  • Kelâmın elbisesi olan kelimeler, aynen canlılar gibi doğar, büyür ve ölür. Ölümsüz olan, kelimenin ifade ettiği mânâdır.
  • Hayâl hakîkate sûret giydirilmesidir. Kâinat ve içindekiler dahil her şey, bu hâyâl sayesinde gerçekleşmiş oluğu için, "heyûlâ" âlemi en yüksek âlemlerdendir.
  • İnsânın yüzü, kimliğinin göstergesidir.
  • İnsânların gördükleri hayâller düşünceleriyle bağlantılıdır. İnsânın düşünceleri güzel olursa, gördüğü hayâller de güzel olacaktır.